Ölüm Düşkünü

Ben bir ölüm düşkünüyüm
Yaşım on sekiz,
Üzgünüm.
Geliyorum damla damla serumdan
Adab-ı muaşeretsizleşen bir balgam hırıltısı hâlinde
Düştüm, geliyorum ruhumdan
Kandırılmış gibi geliyorum ensemde soğuk bir mermi
Kaldırım taşlarını ezberledi bakışlarım, avuç içleri
Ebegümecileri, papatyalar ve yaka paça edilmiş sümbülleri
Göğüs kıllarında büyüyen gülleriyle utandırdılar çiçekleri
çiçeklerin dibine tükürdüler
Gazete kâğıdına sardılar beni sürdüler mermileri oldu göğsümün
Göğsümün mermilerini güzel kızlar öpmedi
Küskünüm
İnmeyen yağmura, kürsülere, bir âhunun gözlerine,
Ben bir ölüm düşkünüyüm.

-Ve halk kendini hatırladı. Camdaki aksin ardına bir an elini uzattı. İplikleri kopmuş, kumaşı çok konuşulmuş gömleğini ilikledi, kutsal zırhını giydi ve görüntüsünün sınırlarından dışarı uzandı. Cam çatladı. Cam ustaları yine uydurma bir benlikle konuştu. Oysa aksettirme kudretine sahip olan halk hiçbir zaman yapay olmadı. Olamazdı.
O bir suydu ve konduğu bardağın şeklini aldı.
Almamalıydı.
O
  ya bir bardağa şekil vermeli
                                          ya da enginliğini denize vurmalıydı.
Cam ustaları esnemeli, sükûnet yoksunu hasta ayaklanmalıydı.
Görülmedi.
Konuşuldu
                hiç
                    susulmadı
                                   ya da yanlış yerden susuldu.-

Ben bir ölüm düşkünüyüm
Geliyorum, yaşım hep on sekiz
Geliyorum bir dua gibi sessiz
Eskimeyen taşlıklarda ılık bir nefesim
Ben bir ölüm düşkünüyüm
Her köşe başında ayıp bir resim
              gibi gizlenen
                     bir sürgünüm.

                                    Onur Tuğrul Karabıçak

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Poem Of The Middle Earth

Dağılganlaştıramadıklarımızdan

Inter'siz Rail