Kayıtlar

Eylül, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tüketici Konumuna Geçen Okur

Biz başarısız tüccarlar, sattığımız şeylerin çukuruna girip orada boğuluyoruz. Bir yazarın çok okuyor olması oldukça doğal ve gereklidir zira sanatın ve felsefenin kümülatifliğini ileri boyuta taşıması için yığının o anki katına ulaşması gerekir ya da sadece malzeme toplar; ancak sınırı kaçırdığı ölçülerde içinde bulunacağı okuma hırsı onun özgün düşünme ve dolayısıyla yazma edimlerine zarar verebilir. Bazen aşırı okumalar yazarların yazım süreçlerini -yıllarca- geciktiriyor. Bu da yarının belirsizliği ve tercihlerimizin, toplu edimlerimizin değişkenlik üzerine kurulduğu yeni dünyada söyleyecek, aktaracak, belki uyaracak, yaratacak ve dolayısıyla bunları katkıda bulunma amacıyla yapacak olan insanlardan mahrum kalmamıza sebep olabilir. Hatta bazen öyle ki insanlar yazamıyor oluşlarını "iyi bir okur" olmakla, "okumlama" sürecinde olmakla kulplandırıyorlar: "Yazmayı bekliyorum." Hayır, iyi bir yazar bekleyen değil, arayıp bulan ve matruşkalar yaratandır. O

What God Used for Eyes Before We Came

Resim
What God Used for Eyes Before We Came by William Stafford Issue no. 23 (Spring 1960) At night sometimes the big fog roams in tall from the coast and away tall on the mountain road it stands without moving while cars wander along in the canyons they make with their lights maintaining the                                                                                          worth of local things. Along the continent shelf and back far for searching the light engages the stone. The brain blurring to know wanders that road, goes the way Jesus came, irresistible, calm over irrelevant history toward a continent wall that moth rays touch— our land backed by being old at night, lying deep, the gray air holding ruin rock at Hovenweep. Tanrı'nın Bizden Evvel Göz Yerine Kullandığı Geceleyin bazen büyük bir sis dolanır sahilden dağ yoluna kadar uzanır arabalar avare gezinirken siste, basit değerleri muhafaza eden ışıklarıyla yarattıkları vadilerde sis kımıldama

La Casa De Papel

Resim
La Casa De Papel, kendi ideallerini ve başkaldırısını yansıtmak isteyen, gelir eşitsizliğine ve bu eşitsizliğin dünya üzerindeki artışına dikkat çekme amacında olan Profesör’ün ve sekiz suçlunun İspanya Kraliyet Darphanesi’ne düzenledikleri rehineli soygunu konu almaktadır. Dizide rehinelerden ana karakterlere, her karakterin hikayesi ve kendi vicdani çatışması nakşedilmiş, izleyici ile karakter arasında bir nevi anlayışa dayalı bir yapı kurulması çok güçlü olmasa da sağlanmıştır. Bazı karakterlerin es geçilmiş veya yeterince kuvvetli nakşettirilememiş olduğunu görüyoruz. Oslo ve Helsinki arasındaki silah arkadaşlığına dayalı ilişkinin detayından veya Sırbistan’daki savaşın amacından, Helsinkinin duygusal yanlarından -belki de bilerek- mahrum bırakıldık. Profesörle Berlin arasında ne tür bir ilişki olduğunu tam anlamıyla belki de gelecek sezon anlatacaklar lakin bildiğimiz husus, henüz anlatılmamış hikayelerin içindeki duyguların da izleyiciye sezdirebilmiş olduğu gerçeği. Devletin v
La Casa De Papel Ne Anlatmak İstiyor? | Onur Tuğrul Karabıçak hazırladı https://t.co/o88mCohZ3w — Söylenti Dergi (@SoylentiDergi) September 13, 2018

Nötür Bakış: Politika ve İnsan

Resim
Politikayı samimi bir duruş, ilkeler üzerinden hareket etmek ve doğrunun savunuculuğu sananlar için bilinmesi gereken en önemli şey politikanın bu saydığımız şeyler olmamasından ötürü bir bilim dalı olduğudur. Öncelikle desteklediğiniz politikacılar sizin haklarınızı koruduğunu düşündüğünüz insanlar ya da projelerini ortak çıkar adına doğru bulduğunuz insanlar olmalıdır. Politikanın sağ kolu olarak ise medyayı niteleyebiliriz. Medyada yer alan makaleler ve haberler size sizin desteğinizi kazanmak ve düşüncenizi yönlendirmek isteyen insanlar tarafından cümleleri teker teker seçilerek sunulur. Çoğu kez toplumun hassasiyetlerine dokunarak bir popülarite yaratılmaya çalışılır. Bizlerse bunlar etrafında gerilim hatları oluştururuz. Eğer politika bir dürüstlük aracı olabilseydi, bugün Yemen'de olanları Jim Carrey'den öğrenmezdik. ABD kaynaklı dergiler Doğu Türkistan'daki katliamı Çin ile mücadele halinde oldukları için söylerken, Türk hükümeti susmazdı. Myanmar'a dün tepki
Resim
Ağustos'un ağıdını yakan Ağustos böcekleri, beni de uyutmuyorlar. Neden diye soracak oluyorum kendi kendime, içimde bu durmadan sızlayan soru ne ola ki? Aklımı sehpaya koyuyorum yatmadan evvel. Aslında biliyorum ama yine de deniyorum. Bu oyunu kaybetmeyi seviyorum belki de: Daha ilk soluma dönüşümde günümün acı manzaraları yüzüme çarpıyor. Kurtulamıyorum. Sonra yavaş yavaş insanlığımın başını okşayıp kendimi kabullenerek ve yer yer gülerek gecenin ağıtlarını dinliyorum. Bu sessiz ve sabırlı ağıtlarda bir şiir gizli, usulca tutup çıkarıyorum göğsümden: ...bir başka ağustosta yeniden doğacaktır ağaçların tepelerinde güneşe en yakın yerde tanrının sırrıyla bir mucizeyle -oysa nesli kesilmeliydi size göre- ama hiçbir zaman hiçbir yerde sönmez tanrı’nın yaktığı meşale isterse bir böcekte olsun o meşale hiç yere bir şey yaratmamış olanın bize gönderdiği bir muştucu o yaratık uyarıcı ve muştucu bir yaratık -tanrı boş yere bir şey yaratmamıştır anlayan için muştucu duyan i
Resim
Hiçbir zaman çalışmaktan yerinmesem de, çalışmayı bir amaç haline getirsem bile en tembel yanlarımı bastırmış olmanın, totaliter olmanın bir sancısını çekiyorum. Disiplin esnasında daima baş kaldıran dizeler oluyor ve sanki bunlar hep en içten cümlelermiş gibi gözüküyor. "Çalışkanım!" demek ne kadar yapmacıksa, iinsamlığımın göbeğinden bir yer olan rehavet isteğim de o kadar içten konuşuyor sanki. Onu dinliyorum bazen ve ürperiyorum, kağıdı kalemi bırakıp birkaç gün uzaklaşmama sebep oluyor: "Kafam almıyor şu an!" -Nasıl bir kimlikle ölmek istediğine göre mi çalışıyoruz? Bir kimlikle ölebilmek için hayatı harcamaya mı uğraşıyoruz?