Kayıtlar

Ağustos, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dağılganlaştıramadıklarımızdan

Gece karanlık                  Ve ben dağılmış                                        Yürüyorum Rengim bir renge bürünmüş –bilinmez- Sürgün bir renk çalmışım renklerden Gece karanlık                    Ve ben dağılmış                                          Yürüyorum Yalnızlık içime akmış saatler sürüp giderken Yalnızlık bende ezelden saklı bir dürtü Şehrin ortasında bir fidan mıyım bazen Ya da bir duman gibi sinmişim şehre bu gece Gece karanlık                 Ve ben dağılmış                                      Yürüyorum Bilinmez bir ürpertiyim belki Karnı çatlamış siyah bir at, yılkı Sabaha çıkıp ölümü atlatmış bir ölümlüyümdür Soğuk bir rüzgâr giren bel boşluğundan Düşünmek bildiğin, bana züldür Girmişim bilinmezliğe çıkışım bilinmez ne zaman Bırakılmış bir şeyler var geceye Yetim şeyler Bırakamam gönlümü avluya Vazgeçemem aşktan, şaşkın bir izdir ruhum Düşünüp yürüdükçe sanki Bir anlık siyah akıyor terim Gece karanlık    

Belki Bir Akşamüstüdür

Resim
Belki bir akşamüstüydü ve gaipten gelen bir özneydim, yoğun bir dumandım belki. İçimdeki yanık izleri oylum oylum zonklarken belki de bir öğle vakti oluyordur. Nefesime oturan sesini ritimlerle ruhuma işlerken sulu sulu ağladığımda gece yarısı olabilir miydi her şey? Bilmiyorum: Zaman buğulu bir aynaydı demek ki. Belki de bir akşamüstüydü sadece. Sade bir akşamüstü, hâlsiz ve yorgun ama çim gibi umut renkli, derininde toprağa tutunmuş ve çoğalmış. Adımların, güneş sol yanağını okşayıp geçerken büyük kahverengilerin ve ince beyazlarınla kuşlara uçmayı öğretiyordu bir yerde, belki de başka başka yerlerde birer akşamüstüydü. Aklım vurgun vurgun... İçimde bilinmezliğin ve aidiyetsizliğin korkuyla birbirine karışan kokuları; yüzüm islenip kararıyordu. Ellerim büyük büyük şehirlerde tek başına kalmış, üşüyordu. Oturmuş, kendi kendime gömülmüş ve güneşle beraber batmıştım, kollarım kavuşmuş. Kızıl güneşe karşı iç çekişim, içten içe ağlamaklı bir gürültü... Belki de büyük şehirlerde daha büy

Dışımın Şehri

Resim
Şehre bir tepeden bakarken dumanlar yükseliyor göğsümden. Tüm lambaları ‘önümüzde uzun yıllar var’ der gibi sağ köşelerde kıvrılan sapsarı bir şehirler arası yol, kaburgalarımın arasından gelen bir sesle ‘acaba sen neresindesin bu şehrin?’ sorusuna bir hız limiti açıyor. Bir vergi cezası gibi geliyor ve iflas edene kadar zorluyor kaburgalarımı, genişletiyor, gıcırdatıyor, mırıldanıyor ve oturuyor manzaranın en ortasına. Ki ortası yoktur şehrin, bilirsin. Hep aşırı uçlarda havası –bu ne sıcak- en sonunda göğsümden bir acayip duman yükseliyor. Bir grilik, şeklimde kaybolmalar ve derin derin bakıp bedenimi hiçe saymalar… Öyle ki gökyüzünün bir sigarası olduğunu düşünüyorum –tabi ki çok kızıyorum içmesine- ve şehir de tepki olarak bir kibrite dönüşüyor. Tabii bir de bambaşka bir yüzü daha var şehrin, o ışıksız kısımları, sabah işe daha erken kalkan ve sırtı ağrıyan tarafları… Şehrin felçli yüzü kabaca. Bu ışıksız ve kayıtsız ifadelere sahip duvarlar senin olmadığın zamanlardan kal

Levye

Resim
Dünyayı bir levyeyle sürekli     yerinden oynatmayı             seviyorum Korkmaya cür'et edemiyorum, bileklerim kuvvetli Metanetli bıyıklarım diken diken oluyor bazı kargalar bastığında şehrin balkonlarını Dünyayı bir levyeyle sürekli     yerinden oynatmayı            seviyorum Kendi kendime bulutlanıp kimi zaman      yağmuru ıslatmaya çalışıyorum Zangırdıyor ben düşündükçe      hayallerimin tarihi kolonları Salıncaklarda sallanıyorum özlemle, yürekli bazı sokakları tutmuş bankalar, ölüm ve aşkın kaçışı Yıldızlar el ele tutuşur batıda yaz geceleri gizli saklı Dünyayı bir levyeyle sürekli     yerinden oynatmayı           seviyorum Yalnızca ben sallanıyorum, sonra hayal molozları... Uyku tutturmayan mağaralar açıyorum ruhumda düşünerek Kendi hayallerimin ihtimallerinden korkuyorum ruhumun deliklerinden geçerek sanki                                                uyandırıyor bir yudum gerçek. Kâlemî            

Hades'in Pabucu

Resim
''Ah, cennet... Ağaçlar yemyeşildiler ve gövdeleri içimdeki sıkıntı gibi sınırsız büyüyordu. 'Niçin varım ben? Ya da var mıyım ben? Tanrı niçin yarattı beni? Ben niçin farklıyım diğerlerinden?' diyordum kendime, şimdilerde sizin yaptığınız gibi. Siz bunu yaparken karşınızda ahlaksız hazlar duyuyorum hem de. İçimde hep yanan bir şeyler, bir terk edilmişlik yangını, 'yürek yangın yeri' diyorsunuz ya öyle yangınlar vardı ama sizinkinden apayrı... Sahip olamadıklarınız yakıyor ya sizin ciğerlerinizi, beni de bu sorular yakıyordu. Zaten birbirinize sahip olacağınız yanılgısını da bir tutku kıyafetine sokarak ben sızdırdım aranıza. Kötülüğü, aşkın benliğini bulandırarak aranızda ebedi kıldım. İçimde alev alev kabaran korkunç güdüler vardı hep, hep vardılar. Sorguladıkça körüklendim, körüklendim ve başka başka alemlerin kuytularına savruldum. Düştüm, üşüdüm. Başım siyahlaşıyordu düşünüp sorguladıkça ama kimse bana karışmıyordu. Kibir dediğiniz alevlerden biri körüklen