Hades'in Pabucu

''Ah, cennet... Ağaçlar yemyeşildiler ve gövdeleri içimdeki sıkıntı gibi sınırsız büyüyordu. 'Niçin varım ben? Ya da var mıyım ben? Tanrı niçin yarattı beni? Ben niçin farklıyım diğerlerinden?' diyordum kendime, şimdilerde sizin yaptığınız gibi. Siz bunu yaparken karşınızda ahlaksız hazlar duyuyorum hem de. İçimde hep yanan bir şeyler, bir terk edilmişlik yangını, 'yürek yangın yeri' diyorsunuz ya öyle yangınlar vardı ama sizinkinden apayrı... Sahip olamadıklarınız yakıyor ya sizin ciğerlerinizi, beni de bu sorular yakıyordu. Zaten birbirinize sahip olacağınız yanılgısını da bir tutku kıyafetine sokarak ben sızdırdım aranıza. Kötülüğü, aşkın benliğini bulandırarak aranızda ebedi kıldım. İçimde alev alev kabaran korkunç güdüler vardı hep, hep vardılar. Sorguladıkça körüklendim, körüklendim ve başka başka alemlerin kuytularına savruldum. Düştüm, üşüdüm. Başım siyahlaşıyordu düşünüp sorguladıkça ama kimse bana karışmıyordu. Kibir dediğiniz alevlerden biri körüklendikçe sorulara kendim cevap verebilirim hırsıyla kimseye sormuyordum -Tanrıya bile- kimselere bahsetmiyordum ve tüm köşeler bana şahitlik ediyorlardı. Soruyordum ve isleniyordum. Bir baca kurumuna dönüşüyordum sanki.
Ağaçlar yeşeriyordu. Durmadan uzuyordu otlaklar. Cırcır böcekleri uykularımı sabote ediyordu. Normallik dediğimiz şey alelade bir yeşillik halinde beni hayata devam ettiriyordu. Ben yaşamak değil, var olmak istiyordum. Yaratıya katkıda bulunmak... Tanıyorsunuz bu hisleri ama bilmiyorsunuz: Varlık görevini yerine getirirse var olabilir.
Baktım fazla normal her şey, baktım dayanamıyorum başımın içindeki kıymıklara, sonra dedim ki hiçbir hikaye başlamaz bu kadar sıradanlıkla, yaradılışın kendisine de ters bir durumdu bu. Yavaş yavaş içerlerimden bir tutku bana fısıldıyordu zaten 'bunun için geldin, kritik görevin bu senin' diye. Aldım elimi şakağıma daldırdım aniden: Sızı, duman, kızgın yağ, dağlanmış deri... Düşüncelerime kızgın demirler değdiriyormuşum gibi ağrılar saplandı. Sonra ne geliyorsa elime çektim aniden: Baktım ki tüm sıkılmışlıklarımdan doğan puslu sözcükler, simsiyah bir şekilde sorgularımdan doğan kanlanmış dişler çıkıyor aklımdan. Aklımdan sizin bütün vahşiliklerinizi çıkarıp üfledim havaya doğru, Havva ile Adem'in arasına doğru, bir elma şekline girip gitti hepsi. Ciğerlerinize yapışsa kalır, öksüre öksüre kanatsanız da ciğerlerinizi sökseniz de kurtulamazsınız. Sonra elimdekileri bıraktım havaya, karışsın bu kusursuz normalliğe ve hikaye başlasın. Solsun bazı ağaçlar, Adem'in aklı biraz kirlensin... Adem'in dişlerinde kalan bir egzoz dumanı hâlinde kelimelerim yürüdüler ve bazısı siyah mürekkep oldu, çivi yazısı oldu, mağara resmi hatta ve diğer duygularınızı saymıyorum bile...
Dediniz ki: Tarih çağları yazıyla başladı.
Hayır, düşüncelerim zamanın ciğerlerine yapıştı. Tarih, kötülükle başladı, alevin çıtırtısıyla.''
-Hades ya da Mefisto




Kâlemî

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Poem Of The Middle Earth

Dağılganlaştıramadıklarımızdan

Inter'siz Rail