Tüketici Konumuna Geçen Okur

Biz başarısız tüccarlar, sattığımız şeylerin çukuruna girip orada boğuluyoruz.

Bir yazarın çok okuyor olması oldukça doğal ve gereklidir zira sanatın ve felsefenin kümülatifliğini ileri boyuta taşıması için yığının o anki katına ulaşması gerekir ya da sadece malzeme toplar; ancak sınırı kaçırdığı ölçülerde içinde bulunacağı okuma hırsı onun özgün düşünme ve dolayısıyla yazma edimlerine zarar verebilir. Bazen aşırı okumalar yazarların yazım süreçlerini -yıllarca- geciktiriyor. Bu da yarının belirsizliği ve tercihlerimizin, toplu edimlerimizin değişkenlik üzerine kurulduğu yeni dünyada söyleyecek, aktaracak, belki uyaracak, yaratacak ve dolayısıyla bunları katkıda bulunma amacıyla yapacak olan insanlardan mahrum kalmamıza sebep olabilir. Hatta bazen öyle ki insanlar yazamıyor oluşlarını "iyi bir okur" olmakla, "okumlama" sürecinde olmakla kulplandırıyorlar: "Yazmayı bekliyorum." Hayır, iyi bir yazar bekleyen değil, arayıp bulan ve matruşkalar yaratandır. Okur pozisyonundan yazar pozisyonuna geçildiği zannedilse de böyle bir süreç okumanın ve okunan şeyin kendisiyle çelişir. Bu önermede okur pozisyonundan yazar pozisyonuna geçme işi varsayılıyorsa, okumak bir tüketici edimi oluyor. Burada anlaşılacağı üzere demek istediğim, okuma aktif bir eylemdir ve içinde yazmayı, üretmeyi, eyleme dönüşmeyi barındırır. Aksi takdirde dinleyici-tüketici konumunda bulunursunuz ve bu sizi düşünce sahasının dışına itecektir. Düşünebilirsiniz, araştırabilirsiniz ve zorunda olmamakla beraber yazabilirsiniz. Okuma süreci başlı başına bir yeniden yaratı süreci olduğu için yazın ve düşünce dünyası bitmek bilmeyen bir doğal kaynaktır. Okumak sizi eyleme itmektedir, geciktirdiğiniz sürece eylemleriniz birikmez, birbirinin yerini alır ve çürümeye bırakılır: Tembellik.

Eyleme geçmezseniz izleyici ya da seyirci konumundasınızdır, geçerseniz öğrenci olursunuz. Üniversite bir kurum olarak öğretim üyelerini kendisinin ya da başka bir kurumun öğrenim sürecini tamamlayan öğrencilerinden çıkarır. Bu da demek oluyor ki nostalji toplumunda sürekli gelen gideni aratır mantığı, denebilir ki, aslında bir tembellik örneği; bir müritlik sendromudur. Her okur-yazar, her öğrenci kendi ssürecini ve metodunu kendi yaratır. Çünkü 60 sene önce üretilen fikirlerin uygulamaya sokulmuş, normlaşmış hal ve bu fikirlerin antitezleri zaten yaşadığımız dünyada mevcut. Bundandır ki Türk genci Avusturyalı çocukların artık ortaokulda bitirdiği kitaplar üzerine hâlâ daha takılı kalmıştır, bundandır ki yayınevleri bu telifsiz kitap basarken teliflilerden daha çok kazanıyor.
İyice düşünelim, bugünün yazarlarını öldükten sonra tanıma hastalığı çağın gerisinde kalmak değil de aydın olmak mıdır?

Unutmayalım, okumak ciddi bir eylemdir ancak yazmak okumanın öncülüdür. Yani üretim süreci birbirini tetiklemedikçe bir tüketici kitle ve bir yayın piyasası ortaya çıkacaktır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Devrim Horlu Söyleşisi

Pinokyo