'Taştan Şair 3' -İnceleme

*: http://anlambazlarordusu.blogspot.com.tr/2016/04/tastan-sair-3.html

'1980 Sonrası Şiir' olarak anılan ve günümüz şiiri denilemeyecek bir merhalesizlikte bulunan Türk şiirinin böyle bir buhranda olması yaşanılan dönem özelliklerine bakılırsa zaruri olmamakla beraber tabîdir. Buhran demekteki sebebim, yazılmış ve yazılan şiirlerin satılmak maksadıyla belirli internet konseptlerine dayandırılarak bazı karamsar ve okuma aşkına sahip, sadık, hoşgörülü insanlara sunulmasıdır. Şiirlerin belli bir azınlığı hariç geri kalanı sanat kaygısı, üslup kaygısı, özgünlük kaygısı gibi muhtelif unsurları taşımamaktadır. Aynı şeylerin tekrarından sıkılan ve şairane mizaca sahip olmayan şairler tarafından vücuda getirilen bu şiirleri bugün bu yazımızda ele almayacağız.

Bu buhranlı dönemde ortaya çıkmaya çalışan ve çağın dışında kalan, çağa iletişim platformları sayesinde tutunmaya çalışan bir zümre, sanatkarlığa inan genç ve henüz sanat eğitimi bakımından yetersiz konumda bulunan -ki bu yaşları dolayısıyla pek tabîdir-  Anlambazlar topluluğu, temel görüşlerini aynı zemine koyan ve ürün biçimleri bakımından zenginlik yaratarak birbirlerini tamamlayan insanlardan oluşmaktadır. Buradaki şiirlerin tahlile değer olmalarının sebebi özgün, farklı ve şuur ihtiyacına cevap verir nitelikte olmalarıdır.

Bugün ele alacağımız şiir, 'Sıradan' imzasını taşıyan 'Taştan Şair' adlı şiir üçlemesinin üçüncü şiiridir*. Burada hemen daha şiirin başında kendini açıkça ortaya koyan bir tabiatı kucaklama arzusu vardır. Kendi ruhundaki kasvetten adeta tabiatın masum canlılarını barındırarak küçük bir bedenden imparatorluk kuran şair, ilk bentte 'korumak' kavramından 'merhamer' temine yükseliyor. Burada dikkate şayan özelliklerden biri, modern psikologlarca anne karnına dönme arzusu olarak anılan 'su' imajına karşı şairin kucakları vardır. Yani denilebilir ki şiar burada gayrişuurî olarak yok olma, geçmişe dönme arzusuna karşın güzellikleri ve ruhunda hassasiyetle duyduğu acıyı yücelterek hakim olamadığı olaylara baş kaldırmaktadır. Yağmur su temini barındırması ve insan hakimiyetinin bulunmadığı bir tabiat olayı olmasıyla önem taşır.

Başka bir pencereden baktığımız zaman şiirin bütününe yayılmış olan bu yağmur, yağmurdan kaçan hayvanlar, taşlar ve heykellerle birlikte bir simgeye karşılık gelmektedir. Şair yağmurun yağışını dış dünya insanlarına benzetir ve:
Sadece söz veriyorum size
Yağmurun bir damlası bile zarar veremez
Avuç içimdeki kuşlara
mısralarında ezilen duygularını korur. Kendini bir nevi ayakta tutmaya çalışır ve bir heykel gibi hareketsizdir. Kendini umumiyetle hareketsiz ve taştan bir yapıya benzeten şair özünde tam bir zıttının barındığını, büyük bir aşk ve  merhamet duygusunu söylüyor. Yine de yağmur temini ve heykelleri tek bir kavrama karşılık bırakmak güç çünkü şair başka bir mısra takımında bu kelimenin anlamıyla oynamıştır:
Korkularını gidermeye çalışıyorum onların
Ölümden yağmurdan ve insanlardan
Ben korurum onları
işte aynen bu mısralarda görüldüğü üzere şair anlam kaymalarından yararlanmış ve şiiri kendi hayatının dış görünüşte sahip olduğu monotonluktan kurtarmıştır. Duygularını ve arzularını tüm baskılara rağmen içinde barındıran şairin, acımasız insanlar yetmez gibi bir kendi kendini zorladığını görüyoruz.
Determinist görüşten yararlanan şair, kendi kontrol edemediği olayların acısını duymuş, değiştirememiş, içinde bir dergah gibi biriktirdiği merhametini yazmakla yetinmiş, kendine çağa karışma izni vermemiş ve insanların baskısından, acımasızlığından nasibini almıştır.
Şiirde eksik olarak göze çarpan unsur mükemmeliyet unsurudur. Paul Valery'nin özenle üzerinde durduğu mükemmeliyetçilik kendini bu şiirde vücut düzensizliği ve tabiatın ritminde bulamamıştır. Tabiatı kucaklayan ve onunla bütünleşecek kapasitede olan bir şairin onun ritminden ve mükemmeliyetinden etkilenmemesi ne kadar doğrudur?
Üslubun son derece sıradan ve konveksiyonel bir hava taşıması da bilinçlidir. Kendi içinde tezatlar dünyası kuran, kararsızlıklar yaşayan şair ahenk ve şekil unsurlarından kaçınmıştır. Kendi içinde ahengini ve ritmini bulamayan, ritme zıt bir hareketsizlikle duyum alan ve tabiata kucak açan bu orijinal şahsiyet, içinde bulunduğu boşluk hislerini ve varoluş kaygısını gözlerimiz önüne sermiştir. Sanatın her yönüyle şahsî ve muhterem oluşu, onda basmakalıp ifadelerle tesir etmemiş, orijinal bir duyuş tarzına sahip olduğunu ve acı çektiğini çıplak şekilde gözlerimiz önüne sermiştir.
İçinde kabuklarından arındırılmış bir dünya kuran şairin bir heykel gibi toplum içerisinde farklı olmasına rağmen kendine 'sıradan' deyişi ve derin acılarla, merhametle dolu olmasına rağmen bunu kendine bir görev bilmesi divan şairi Fuzûli'yi şöyle bir çağrıştırmaktadır.
Gerçeğe, varoluşa ve en huzur dolu ana sanatla ulaşılacaksa burada orijinal karmaşalar ve bakış açılarından yararlanmakta fayda vardır. Ve henüz başta, Anlambazlar şairleri buna yelken açmış görünüyorlar. Yine de hepimizin bildiği şeylerden kaçınmaları ve tamamen farklı, çağın ilerisine geçen ve zihin ile duyguları daha çok birleştiren şiirler vücuda getirmeleri araştırma şevklerine ve duyuş tarzlarını serbest bırakmalarına bağlı olacaktır.

H.W Laporte

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Poem Of The Middle Earth

Dağılganlaştıramadıklarımızdan

Inter'siz Rail